İki Şehrin Hikayesi

Kitabın Adı : İKİ ŞEHRİN HİKAYESİ
Kitabın Yazarı : Charles DİCKENS
Kitap Sayfa Adedi : 380
Basıldığı Yer/Yıl : ALTIN YAYINEVİ/1980

1.KİTABIN KONUSU:
Hayattaki büyün zorluklara rağmen kendi onurları ve düşünceleri için mücadele edenlerin hikayesi.

2.KİTABIN ÖZETİ:
1775 yılının Kasım ayının dondurucu bir gecesinde eski ve saygı duyulan Tellson bankasının temsilcisi Mr.Jervis Lorry, bir posta arabasıyla Dover şehrine gider.Orada son günler, Londra’dan geri dönmesi için ülkesine çağrılan Lucie Manette adında güzel bir Fransız ile buluşacaktır. Birlikte Paris’e giderler. Manette ‘nin babası, Dr.Manette,Defarge’lerin meyhanesinin üstündeki küçük bir tavan arasında gizlenmektedir. Dr.Manette Bastille hapishanesindeki bir hücrede tek başına 18 yıl hapis tutulmuştur. Şimdi, ruhsal dengesi bozulduğundan İngiltere’ye mülteci olarak götürülecektir. Lorry ve Luci Manette’nin Paris gezisine Tellson bankasının Jerry Cruncher adında sadık,garip görünüşlü bir hizmetkârı da eşlik eder.
Defarge’lerin meyhanesi, Paris’teki ihtilalcilerin merkezidir. Eski rejimin baş düşmanı olan Defarge’ler tavan arasını Dr.Manette’ye vermişler ve Dr.Manette de hergün geçmişini hatırlamaya çalışmıştır. Bu arada Bn.Defarge ihtilâl geldiği zaman ortadan kaldırılmasını istediği bütün aristokratların adlarını içeren garip bir atkı örmektedir.
Lucie ve Jarvis Lorry’nin yaşlı Dr.Manette’yi Londra’ya getirmelerinden beş sene sonra, John Barsad adındaki bir adamın İngiltere aleyhine casusluk yapmakla itham ettiği Charles Darney adındaki bir Fransızca öğretmeninin yargılanmasında bulunurlar. Manette’ler beş sene önce Fransa’dan İngiltere’ye dönerlerken Darney’e vapurda rastladıklarını söylerler.Darney’I parlak bir avukat olan,Sydney Carton kurtarır. Carton sanığa o kadar benzer ki diğer avukat Mr.Stryver,sanığı “tanıyanlar”ın ifadelerini alt üst eder.
Yargılanmadan sonra, Darney ve Carton Manette’lerin mütevazi evlerini sık sık ziyaret ederler.Darney’in St.Evemonde’ler denen bencil Fransız aristokratlarının mirasçısı oldukları anlaşılır.Onlarala hiçbir alışverişte bulunmamaya karar veren Darney Londra’da yaşamaya karar vermiştir.
Parlak fakat istikrarsız biri olan Carton,Mr.Stryver’ın davalarının hazırlanmasıyla görevlendirilirse de çok defa sarhoş olduğundan duruşmalarda hazır bulunamaz.Her iki genç de Lucie ‘ye kur yaparlar.Darney’I seçtiği zaman Carton asil bir hareketle Lucie’nin seçtiği bir kimse için hayatını feda etmeye hazır olduğunu söyler.
Darney ve Lucie evlenirler.Fransa’da ihtilâl patlayıp, ihtilâlciler Bastille hapishanesini basarak mahkumları serbest bıraktıkları zaman, küçük kızları altıyaşındadır.Charles Darney’in amcası St.Evrémondé Markisinin kullandığı arabanın küçük bir çocuğu öldürmesi Fransız köylülerini öfkelendirmiştir.Çocuğun babası Markisi mahkemeye getiremeyince,yatağında öldürmüş ve bunun sonucunda da asılmıştır.

Bir gün İngiltere’deki yeni St.Evrémondé Markisine bir mektup gelir.Darney, mektuptan, ailesinin eski hizmetçisinin ihtilâlciler tarafından hapsedilir.Markis’e müdahale ederek kendini kurtarmasını rica eder.Çünkü tutuklandığı zaman Charles’in emirlerini yerine getirmeye çalışarak halka aile namına tazminat vermektedir.Darney,şerefli bir düşünceyle,Fransa’ya giderek bir şeyler yapmaya karar verir.
Böylece,Paris’e Tellson bankasının bu şehirdeki bir işini yönetecek Jarvis Lorry ile birlikte gider.Darney,şehre gelir gelmez,ülkeye dönen bir aristokrat diye tutuklanır.Haber İngiltere ulaşır ulaşmaz,Lucie ve Manette,yardım için Fransa’ya giderler.Bastille zindanında uzun yıllar hapsediln Dr.Manette, bu olayın damadının kurtulmasına yardımcı olacağını düşünür.
Manette’ler Paris’e geldiği zaman terör rejimi tam bir egemenlik kurmuştur. Kana susamış ihtilâlciler,yaşlı doktora saygı gösteriyorlarsa da,Defarge’lerin St.Evrémondé ailesi mensuplarına besledikleri nefret öylesine derindir ki,Darney mahkeme önüne çıkarılmadan önce,bir buçuk yıl hapis yatar.Bütün bu süre zarfında Lucie kocasını göremez.
Darney ,sonunda mahkeme önüne çıkarılır.Bn.Defarge mahkeme salonunun ön sırasında oturur,şeytani atkısını örer ve Darney’in öldürülmesini ister.Charles, St.Evrémondé’lerle hiçbir alış-verişi olmadığını söyler ve gerçekte ailenin servetinin yıllarca zarar verdikleri halka geri verilmesini emrettiğini söyler. Halkın saygı duyduğu Dr.Manette adının lehine konuştuğu zaman, mahkemedeki dinleyiciler kendisini alkışlarlar.Darney serbest bırakılır.
Mahkeme kendisini serbest bırakmakla beraber,Darney’in Fransa’dan İngiltere’ye gitmesine izin vermez.Manette’ler bu zaferi henüz kutlamamışlardı ki, Darney yeniden tutuklanır.Defarge’ler ve kimliği belirtilmeyen esrarengiz bir tanık onu, halk düşmanlığıyla suçlamıştır. Darney,hücresinde teselli edilemez bir durumda kendisini suçlayanın kim olabileceğini , Lucie’nin eski sadık himetçisi Bn.Pross , uzun yıllardır görmediği kayıp kardeşini Paris sokaklarında görür.Bu senelerce önce İngiltere’deki mahkemede Darney aleyhine tanıklık yapan hain John Barsad’dır.
Şimdi,Sydney Carton da Paris’tedir.İhtilâlcilerin bir casusu olarak Barsad’la görüşür. Kendisini, daha önce İngiltere için casusluk yapmış biri diye teşhir edeceği tehtidinde bulunarak, onunla gizli bir antlaşma yapar.
Darney’in yeni mahkemesinde,Mr.Deuarge,St.Evrémonde’ları iğrenç suçlamalarla karalayan bir liste çıkarır.Adam, Dr. Manetta’yı da, Darney aleyhindeki tanıklar arasında gösterir. Bu önemli belge, ihtiyar doktor tarafından Bastille’deki hapis hayatı sırasında yazılmış ve ihtilâlciler burasını ele geçirdikleri zaman Defarge,Dr.Manette’nin hücresinde bulmuştur. 
Belgede St.Evrémondé Markisinin dehşet saçan bir suçu nasıl işlediği ve tutuklandığı anlatılmaktadır.Soyluların hukukuna göre Markis Bn.Defarge’in kız kardeşi yoksul bir kızın ırzı geçmiştir.Kız ölüm döşeğindeyken Dr.Manette Evrémondé ailesini lanetlemektedir.
Uzun yıllar unutulan bu belgenin hakimler üzerinde etkisi olur.Bunu yazdığını reddetmesine ve hakimlerden merhamet dilemesine rağmen,Dr.Marnette’nin sözleri göz önüne alınmaz Darney’in atalarının işlediği suçların cezasını çekmesi kanaatiyle 24 saat içinde giyotinle öldürülmesine karar verilir.Fakat yıllardı kendisini terkeden Sydney Carton, şimdi sevdiği kadının kocası adına hareket etmeye karar verir.Şantaj yaptığı Barsad’ın yardımıyla, Barney’in hücresine girmeyi başarır.Kendisi ile elveda içkisi içeceğini söyleyerek Barney’in içkisine uyuştutucu madde katar ve onunla elbiselerini değiştirir.Mahkuma çok benzediğinden Carton,Darney’in adına giyotin altına yatacaktır.


Bu arada Bn.Defarge Lucie’nin küçük kızı da dahil bütün aileyi ihbar etmek için Manette’nin evine gider. Bn.Pross Darney’ler Fransa’dan kaçarken onun onları yakalamasını engeller.Bu sırada Bn.Defarge Bn.Pross’la boğuşurken kendi silahıyla kendini öldürür.
Tüm bu olaylar olurken Carton giyotine götürülüyordur.İdam anı gelip giyotin düşmeden önce söylediği söz aynı zamanda kitabında sonu olur:
“Şimdiye kadar yaptığım her işten çok daha iyi bir iş yapıyorum.Şimdiye kadar böyle bir huzura kavuşmamıştım.”

3.KİTABIN ANA FİKRİ:

Hayattaki bütün zorluklara rağmen kandi onurumuz ve düşüncelerimiz dğrultusunda mücadele etmeliyiz.

4.ROMANDAKİ KARAKTERLER:

Dr.Alexandre Manette: Bir zamanların güçlü parlak doktoru;Bastille zindanında geçirdiği on sekiz sene sonunda hemen hemen yıkılmıştır.
Lucie Manette: Dr. Manette’nin kızı,Darney’in karısı;kocasına ve ailesine bağlı bir kadın.
Charles Darney:St.Evrémondé Markis’ininin ve aristokratların zulmüne karşı cephe alan yeğeni.
Sydney Carton:Kendi kendisini yıkan,fakat parlak bir avukat.
Madam Defarge:Aristokratlardan intikam almaktan başka bir şey düşünmeyen biri.
Bn.Pross:Lucie’nin kaba ve güçlü hizmetçisi ve arkadaşı.

5.ROMAN HAKKINDAKİ ŞAHSİ GÖRÜŞ:

Usta bir yazar olan Charles DICKEN’ın bu romanı gerçekten okunmaya değer. 

6.YAZAR HAKKINDA BİLGİ:

Charles DİCKENS
1812 yılında Landport’ta doğdu.İngiliz edebiyatının en ünlü yazarlarından biridir.Doklarda çalışan küçük bir memurun oğludur.Çocukluğu sıkıntılar içinde geçti.Babasının hapse girmesi nedeniyle iyi bir öğrenim yapamadı.Küçük yaştan itibaren hayatını kazanmak zorunda kaldı.Bir noterin yanına katip olarak girdi;kendi kendini yetiştirdi.Mizah yanı çok güçlü bir insandı.”Boz” takma adıyla yayınladığı resimli mizah hikayeleri çok beğenildi.Oldukça üretken bir yazar olarak tanımlanır.Özellikle toplum sorunlarını işledi.Romanda kişiler basit tabakalardan seçilmesine rağmen, davranışları,karakterleri,konuşmaları ile günlük hayatta sık sık rastlanan kişilerdir.Aslında bu kişilerle İngiliz toplumunun düzeltilmesi gereken kurumlarını;sözgelimi borçlu hapishaneleri,fabrikaları,yatılı okullar gibi konuları eleştirmiştir.Bu yönüyle bir sosyal reformcu yazar niteliği göstermektedir.Bu tutumuyla hükümeti harekete geçirmeyi umut ediyordu. Kendisinden sonra gelen bir çok sanatçıyı etkiledi.1870 yılında öldüğü zaman büyük adamlar için ayrılan Westminster Abbey mezarlığına gömüldü.

Ölü Canlar

YAZARI Nikolay (Vasilyevich)GOGOL
KİTABIN ADI Ölü Canlar
YAYIN EVİ Sosyal Yayınları
BASIM YILI Mart 1983

1-KİTABIN KONUSU :

Ölü köle alan bir adamın başında geçen olayları bir mizah içinde anlatıyor.

2-KİTABIN ÖZETİ :

Rusyanın N… kentinin merkezindeki büyük hana bir yolcu oldukça güzel, küçük, yaylı bir araba ile gelir. İlk etapta bu kimsenin ilgisini çekmez. Gelen şahıs Pavel İvanoviç ÇİÇİKOV’dur. Kendisini danışman, çiftlik sahibi ve iş için yolculuk eden biri olarak tanıtır. Tez elden kentin ileri gelenleriyle tanışır: Vali, polis memuru, yargıç, savcı, çiftlik sahipleri vs. ve gittiği her yerde kendini görgülü bir salon adamı olarak gösterir; konusu ne olursa olsun her konuşmada canlı, ilgi uyandırıcı sözler söyler.
Her gün akşam toplantılarına, yemeklere gider hoş vakit geçirir. Sıra kent dışı ziyaretlere geldiğinde ise işe önce çiftlik sahibi Manilov ile Sobakeviç’ten başlar. Önce Manilov’un çiftliğine gider. Manilov ailesi üzerinde çok iyi izlenimler bırakır. Yemekten sonra çalışma odasına geçip iş konularında konuşmaya başlarlar. Çiçi öncelikle Mani’a kaç tane kölesi olduğunu, en son sayımı hükümete ne zaman verdiğini, kaç kölenin öldüğü gibi sıradan sorular sorar. Ancak o kadar çok ölen olmuştur ki Mani bile sayısını kahyadan öğrenir. Ancak Çiçi bunların listesini isteyince ortalık birden gerginleşir ve M bunu niçin istediğini sorar. Ç ne diyeceğini şaşırır ve ancak “Köylü satın almak istiyorum.” diyebilir. Daha sonra toparlayarak ölmüş olan köleleri almak istediğini söyler. 

Ç’un aldığı köleler kentte günün konusu olur. Köylülerin başka bir yere götürülüp yerleştirilmesinin karlı bir iş olmadığı üstüne bir çok yorumlar yapılır, bir çok düşünceler, görüşler ileri sürülür. Kimi de, Ç’un köylülerine egemen olan başkaldırma ruhunun kökünden kazınması için başvurulacak çareleri sayıp döktüler. Bu düşünceler çeşit çeşitti. Bir kısmı, son kerte zor ve baskı kullanılması gereğini ileri sürüyor, bir kısmı ise tam tersine merhametli davranmayı öğütlüyordu. Posta müdürü ise Ç’a kutsal bir görev düştüğünü O’nun bir çeşit “baba” yerinde olduğunu, hatta köylülerini eğitimden yararlandırmasını söylüyor bu sırada Lancaster’in önerdiği karşılıklı eğitim sistemini övüyordu.
Kentteki insanların tümü iyi kalpli, konuksever insanlardır. Onlarla birlikte yemek yiyen ya da Whist oynayan biri hemen dostları olup çıkar. Hele bu kişi Ç gibi iyi huylu terbiyeli, kendini sevdirmenin büyük gizini bilen biri olursa. Ç kentte o kadar sevilmiştir ki bir türlü ayrılıp gitmenin yolunu bulamaz. Her zaman “bizimle bir haftacık daha kalın, Pavel İvanoviç” gibi sözlerle karşılaşır. Kısacası kentte el üstünde tutulur. Ama kentin bayanları üzerinde bıraktığı etki çok daha güçlü, çok daha şaşırtıcıdır.
Ç’un baloya gelişi büyük mutluluk uyandırır. Bütün gözler O’na çevrilir ve herkes O’nun yanına toplanır. Herkese, her sorulana yanıt yetiştirir.Bayanlar yerini alır almaz “Acaba yüzlerinden, gözlerinden mektubu yazanın kim olduğunu anlayabilir miyim? diyerek onları süzmeye başlar. Ancak hiçbirinde böyle bir yüz ifadesi yoktur. Ç O’nu bulmaya kararlıdır. Bayanlarla sohbeti koyulaştırır. Ancak tam o sırada, kötü bir sürpriz; Nozdriev salona girer. Ç’un çok aptal bir insan olduğunu çünkü ölü can aldığını haykırır. Önce insanlar pek aldırış etmezler. Ancak bu hikaye kulaktan kulağa yayıldıkça insanlar itibar etmeye başlarlar. Olay o kadar yayılır ki herkes Ç’un valinin kızını kaçırmak için bunu yaptığını düşünmeye başlarlar. Ancak her iki olay arasında hiçbir bağlantı kuramazlar. Sonunda kentte iki parti kurulur. Erkekler partisi ve kadınlar partisi. Erkekler, sadece ölü canlarla; kadınlar ise sadece valinin kızının kaçırılmasıyla ilgilenirler. Kısacası bütün kent olayı çözmek için seferber olur. Bu arada Ç hasta olduğu için evden dışarı çıkamaz ve olaylardan haberdar olamamıştır. Dışarı çıktığında ise bütün insanların ona karşı tavırları değişmiştir. Kısa sürede olayları öğrenir. Buna canı sıkılır ve kenti terk eder ...
Ç günler sonra Rusya’nın uçsuz bucaksız topraklarında dolaşırken cennet bahçelerini andıran çiftlikten gözünü alamaz ve çiftlik sahibi ile tanışmak için evine gider. Çiftlik sahibi Tientietnikov’dur. Okulu bitirdikten sonra bir süre memurluk yapar, müdürünün üstlerine farklı, astlarına farklı davranışı onu çileden çıkarır ve dayanamayıp ona hakaretlerde bulunur. Böylece işine son verilir. Tekrar çiftliğine dönerek aldığı eğitimle köylüsünü eğitip daha fazla verim elde etmek için çabalar. Köylüsüne toprak vererek hem kendisi için hem de çiftlik için çalışmasını sağlar. Onlara mümkün olduğunca iyi davranır, daha fazla boş zaman sağlar. Ancak gün geçtikçe verimin düştüğünü, köylünün davranışının değiştiğini fark eder. Zamanla iyice sıkılır. Her şeyden elini eteğini çeker. İşte tam bu sırada Ç’la tanışır ve bir süre kendisiyle kalmasını ister. Ç bunu kabul ederek tez elden çevre çiftlikleri gezerek çiftlik sahipleri ile tanışır. Ölü canlar satın alır. Tek hayali bir çiftlik sahibi olmaktır. Gittiği yerlerde çiftlik sahiplerinin eğitimli ve işten anlayan insanlar oldukları gözünden kaçmaz. Söylenenleri bir bir aklında tutar bu konular üzerinde geceler süren tartışmalara girer. Konuşmaların çoğu Köylünün eğitilmesi ve bilimsel yöntemlerle tarımın geliştirilmesi üzerinedir.
Bu arada Ç ölü can almaya devam eder. Ancak bunları yaşıyor gibi göstermeyi de unutmaz. Ç bu yolculuktan çok karlı çıkmıştır. 300 bin Ruble kadar para biriktirmiştir. Ancak yaptığı kanunsuz işler maliye memurlarına, valiye ve hatta prense kadar gitmiştir. Prens tarafından hapse atılır. Arkadaşı Murazov ona yardım edeceğini söyler ancak bunun karşılığı olarak bütün kötü alışkanlıklarından vazgeçmesini ister. Ç isteği kabul eder. Prens ise hiç istemediği halde Murakov’u kıramaz ve Ç’u serbest bırakır. Ancak tüm ülkeyi saran bir hastalık gibi rüşvet, ahlaksızlık ve dolandırıcılık almış başını gitmiştir.
Genel vali tüm memurları toplantıya çağırarak bu durumu gündeme getirir. Tüm insanların bu alışkanlıklardan vazgeçmesini, aksi taktirde bir çok kişinin işten atılacağını ve durumun Çar’a bildirileceğini söyler. Vali sözlerini şöyle bitirir. “Sahteciliğin hiçbir ceza, önlem ve yaptırım ile ortadan kaldırılamayacağını bilirim. Çünkü sahteciliğin kökleri ruhumuzun ta derinliklerine kadar sokulmuş ve rüşvet alma, olağan bir hak durumuna girmiştir. Düşman karşısında nasıl silaha sarılmışsak, namussuzluk ve sahteciliğe karşı da ayaklanmamız gerektiğini herkes anlamadıkça kötülükleri ortadan kaldırmamıza olanak yoktur ...”
Eğer Ç’un kişiliğinin ahlak yönü sorulursa; erdemli ve kusursuz bir kahraman olmadığı açıkça anlaşılır. Ancak O “İşini Bilen” biri diyebiliriz. Kolay yoldan mal edinme ve kazanç hırsı çoğu kişiye göre kusurdur ve saygıdeğer işlerden sayılmaz.






3-KİTABIN ANAFİKRİ :

Bir insanın hırsı uğruna neler yapacağı ve bunları yaparken yanlış yollara saparsak eninde sonunda foyamızın ortaya çıkacağı anlatılıyor.Buna rağmen hırs sayesinde insanları da etkileyebileceğimiz vurgulanıyor.Ç yaşamın anlamını insanları etkilemede arayan bir insan görünümü veriyor ve bunun gereklerini savunuyor.

4-KİTAPTAKİ OLAYLARIN VE ŞAHISLARI DEĞERLENDİRİLMESİ :

Çiçikov: Zengin olmak için herşeyi yapabilecek ve göze alabilecek bir kişiliğe sahip.
Tientietnikov : Çifte standartı sevmeyen dürüst bir insandır.

5-KİTAP HAKKINDAKİ ŞAHSİ GÖRÜŞLER

Kitapta çokça olay yaşandığından sürükleyici ve zevkli bir kitap.İnsanı sıkan uzun tasvirler ve uzun açıklamalara fazla yer verilmemiş.O yüzden okunması insana güzel gelebilecek bir kitap.Düş dünyamızın şekillenmesinde ki yolları engelleyici bir tarz.Klasik Rus romanı örneği : balolar , zengin zadeler , prensler , dolandırıcılık , aşk…

6-KİTABIN YAZARI HAKKINDA KISA BİLGİ

Gogol, 1809 yılında Ukrayna’da doğdu. Küçük yaşta babasını yitirdi ve annesi tarafından büyütüldü. Liseyi bitirdikten sonra Saint Petesburg’a gitti, bir süre devlet memurluğu yaptı, Ukrayna folkloru üzerine çalışmaları ile dikkat çekip Petesburg üniversitesinde tarih dersleri vermek için davet edilse de, yarım kaldı bu uğraşı. Gogol’ün hezeyan düzeyindeki dinsel inançları ve çözemediği cinsel sorunları ile hayatla barışık olmayan bir kişiliği vardı. 
Roman ve hikayeleri ile bir anda dikkatleri üzerinde topladı. Özellikle “Müfettiş”(1836) oyunu ve “Palto”(1842) hikayesi, Rusya’nın siyasi ve toplumsal meselelerine yönelik eleştirileri -Rus sosyal demokrat eleştirmen Bielinski ve arkadaşlarından- övgü topladı. İlginçtir ki Çar da beğenmişti “Müfettiş”i..! Oyununun sahnelenmesinden kısa bir süre sonra Rusya’dan ayrılan Gogol Roma’ya yerleşti. Buradan yazdığı yazılarında giderek muhafazakar bir tavır takınması Rusya’daki arkadaşları ile arasının açılmasına yol açtı ve zaten hassas bir dengede duran iç dünyasını iyice alt üst etti. 1852 yılında geçirdiği bir sinir krizi ile en büyük eseri “Ölü Canlar”ı yaktı, odasına kapandı ve bir kaç gün içerisinde öldü. Neyse ki, metnin ilk bölümü uşağı tarafından kurtarılmıştı.

Vurun Kahpeye

KİTABIN ADI :VURUN KAHPEYE
KİTABIN YAZARI :HALİDE EDİP ADIVAR
YAYINEVİ VE ADRESİ :Remzi Kitabevi A.Ş. Yayınları Cağaloğlu, S. 3-İstanbul
BASIM YILI :1983

1.KİTABIN KONUSU: 

Kitap,Aliye adındaki genç bir İstanbullu öğretmenin, kimsenin gitmek istemediği Anadolu topraklarında yaşadığı içler acısı bir durumu anlatır. Aşkla karışık bir vatan sevgisidir onunki. Ve vatanı uğruna namusundan fedakarlık eden bu kızın acı ama bir o kadar da kahramanca ölüme gidişinin öyküsüdür. 

2. KİTABIN ÖZETİ:
Kitap, Aliye’nin hayatındaki amacını belirten sözüyle başlar: “Toprağınız toprağım, eviniz evim; burası için, bu diyarın çocukları için bir ana, bir ışık olacağım ve hiçbir şeyden korkmayacağım; vallahi ve billahi!”. Ve Aliye’ye ait tasvirlerle devam eder. Aliye daha sonra hayatını kaybedecek olan Yüzbaşı bir babanın ve veremli bir kadının kızıdır. Asker babası ona iç kuvvetini, verem anası ise ezeli ve hasta içliğini vermiştir.
Öğretmen okulunu bitirir. Diplomasını alır. Genç bir öğretmenin, “Anadolu’da çalışınız!” telkini ona yeni bir yol gösterir. O, İstanbul’da yer bulabilmek için her aşağılığa katlananların haline küçümseyerek bakardı. Nihayet hiçbir kimsenin gitmediği…kasabasının açık bulunan öğretmenliğini kendisine verdikleri zaman Haydarpaşa’dan tek bavuluyla trene biner.
Aliye okulu bulur ve müdürün gelmesini bekler. İki kişi konuşa konuşa merdevenlerden iner. Biri müdür, diğeri ise Ömer Efendidir. Maarif Müdürünün toparlak siyah sakallı, bulanık sünepe gözleri, hileci uzun yüzü altında iğrenç, ince dudaklı bir ağzı vardır. İdare meclisi Ömer Efendi, sarıklı, temiz yüzlü, kır sakallı, gün görmüş yüzlü bir insandır. Müdür ve Ömer Efendi, Aliye’nin nerede kalacığını konuşurlar. Müdür okulda yatıp kalkmasını tavsiye eder. Fakat Ömer Efendi, hileci Müdüre kaşı çıkar ve Aliye’ye kendi evinde kalmasını söyler. Olayı iyi analiz eden Aliye, bunu kabul eder.
Ömer Efendi ile Gülsüm Hala… İki yanlız çift… Aliye’yi ölen kızlarının yerine koyarlar. Onlar Aliye’yi kızı Emine gibi severler; Aliye de onları bir ana-baba gibi görür. Artık Aliye’nin de anası-babası vardır.
Aliye yeni okulunda, yeni öğrencilerine ders vermeye başlamıştır bile. Sınıfta tam bir ikilik ve ayrımcılık mevcuttur. Varlıklı ailelerin çocukları, sınıfta her istediklerini yapmaya hakları varmış gibi davranmaktadırlar. Her zaman dövülen gariban çocuğu olurdu. Yine bir kavgada Aliye haksız olan bir çocuğu döver. Ama bu çocuk kasabanın en zenginlerinden olan Uzun Hüseyin Efendi’nin oğludur. Uzun Hüseyin, Aliye’yi ders esnasında penceresinden izlerdi. Aliye’ye az da olsa göz koymuştur. Oğlunun bir İstanbullu bayan öğretmen tarafından dövüldüğünü öğrenir ve hemen dersaneye girer. Tartışırlar ve Uzun Hüseyin ağzının payını almış bir şekilde geri döner.
Aliye bütün dedikodulara rağmen kalbinin en genç, en imanlı gücüyle okulda çalışır. Müdürün şüpheli yardımına, karısının kıskanç iftiralarına, Hüseyin Efendi’nin tehlikeli öfkesinden doğan etrafındaki tehlikeli havaya rapmen mevki kazanır. Okulda çocuğu olan her ana ona büyük bir sevgiyle sarılmıştır. Fazla olarak Hüseyin Efendinin evlenme teklifini geri çevirmiştir. Fakat memur hanımların ona karşı pek kuvvetli bir düşmanlık uyandırır. Bütün kasaba leh ve aleyhinde yalnız Aliye ile ilgieniyor, yalnız Aliye’yi konuşur.
Aliye coşkun bir ruhla çoçuklara elinden geldiği kadar Türklüğü aşılamaya çalışır. Onlara vatan sevgisini verir. Çocukların ellerinde bayraklar, sokak sokak dolaşır. Bu, tabii olarak, ona kuvvetli bir Kuva-i Milliye taraflılığı rengini verir. 
Eşraf, Kuva-i Milliyeyi, bir çeşit bolşeviklik ve halkın mallarını alıp halka dağıtacak bir şey diye anladıkları için üzüntülüdürler. Hala düşmanın durmadan ilerlemesi, Kuva-i Millieyenin ordusuz günleri, eşrafı yeni savunma kuvvetine bütün bütün aleyhtar yapmıştır. 
Cuma günü namaz vaktinde Aliye çocuklarını toplar, bayraklı, şarkı söyleyerek gezerler.
Namazdan sonra Fettah Efendi halkı meydana toplamış Kuvayi Milliye aleyhinde vaaz’eder. Aliye, konuşmaları duyar ve buna kızar. Kalabalığa ilerler. Kendini kalabalığın ortasında bulur. Çekinir önce. Derken, uzaktan ellibin kişilik Kuvayi Milliye birlikleri gözükür. Birlik komutanı Tosun Bey, olaya el atar. Kalabalık dağılır. Halk Tosun Beyin Ömer Efendilerde kalmasını kararlaştırır. 
Akşam olunca Ömer Efendi, Tosun Paşaya Hacı Fettah Efendinin halka yaptığı Kuvayi Milliye aleyhtarı konuşmalardan bahseder. Yüzü açık diye namuslu bir kızın az daha parçalattırılacağını anlatır.
Tosun Bey, üçüncü gününde halka bir duyuru yapar. Halktan bir miktar ordu için para toplanacağını söyler. Halk buna itaraz etse de boşuna! Fettah Efendinin yaptığı küstahça konuşmalarından dolayı cezasını çok ağır çekeceğini söyler.
Başta Fettah Efendinin karısı olmak üzere bir grup eşraf kadını Tosun Paşayı caydırmak için Aliye’ye yalvarmaya giderler. Okulda kadınlar kızı yakalayıp başlarlar dert yanmaya… Kadınların sızlanmalarına dayanamayan Aliye, onlara söz verir. 
Aliye, Tosun Beyle konuşur. Aliye’nin etkileyici gözleri ve sözleri, Tosun Paşayı ikna eder. Akşam Tosun Bey, ahaliyi toplayıp Aliye’yi Ömer Efendiden ister. Tosun Bey yapılacak olan bir baskın için başka bir köye gider ve Aliye’yi, Ömer Efendiye emanet eder.
Yalnız Hacı Fettah Efendinin öfkesi ve kini eskisinden çok fazladır ve Kantarcıların Hüseyin Efendinin beyninde bir hançer vardır. İkisinin de kafasında bir tek fikir hakimdir: Tosun’un hareketinden… kasabasındaki düşman komutana haber vermek, Tosun’un on beş gün sonra dönüp Aliye’yi almasının önlemek…
Hacı Fettah Efendi ve Uzun Hüseyin düşman karargahına varır. Komutan Damyanos’la görüşürler. Tosun Beyin tüm planlarını anlatırlar ona. Ömer Efendinin Tosun Beye olan yakınlığından bahsederler. Fettah Efendi, en kuvvetli duygularına değinir: Aliye… Aliye’den bahseder: güzelliğinden, şeytanlığından, kasabanın erkeklerini nasıl baştan çıkardığından… Fakat Uzun Hüseyin Aliye konusundan rahatsız olur. Çünkü ona yalnızca o sahip olmak ister.
Damyanos, Kasabayı altüst eden bu kadar önemli bir Türk kızını, hayalini şiddetle kamçılar. Kız güzel ve ona aşık olan Hüseyin Efendi çevrenin en zengini…. 
Aliye, Tosunsuz günlerini onun hayaliyle geçirir.
Sabaha karşı düşman ordusunun ayak sesleri duyulur. Halk tutunacak tek dal olan Hacı Fettah Efendiden yardım dilenirler. Ama Hacı Fettah Efendinin halktan bir isteği vardır: Birkaç Kuva-i Milliyecilerin öldürülmesi…. Başta Ömer Efendi!
Damyanos’u Fettah Efendi karşılar. Derhal Aliye’nin evini korumaya aldırttırır. Daha önceden servet sahiplerini öğrenmiştir. Anadolu’da edinebileceği son serveti burada elde etmeye karar verir. 
Ardadan iki hafta geçer. Zulüm yapma en fena devrini yaşamış ve durmuştur. Fakat Fettah Efendi muradına tam olarak erememiştir. Ömer Efendi bütün aramalara rağmen bulunamamıştır. Hüseyin Efendi ise Aliye’nin komutanın eline geçmesi ihtimaliyle azap içinde dolaşır. Bunu anlamış olan Damyanos Aliye’yi bir yem gibi kullanmak istemektedir.
Aliye küçük bir çocuktan Ömer Efendinin yakalandığı haberini alır. Beraber nöbetçi askerlere gözükmeden kaçarlar. Aliye, Damyanos’tan babasını serbest bırakmasını ister. Bu ihtaşamlı kız karşısında eli kolu bağlanan komutan kızın isteğini yerine getirir. Rumca konuşmaları ve komutanın Aliye'ye boyun eğmesi Fettah Efendiyi çileden çıkartır. Aliye’nin çarşaf giymiş gavur kızı olduğunu halka yayar. 
Domyanos, onları serbest bırakarak, Tosun Beyin kasabaya gelmesini sağlayıp onu öldürerek Aliye’ye sahip olmak düşüncesindedir.
Zaman geçer. Damyanos kızla görüşmelere başlar. Ona sevdiğini söyler. Zorla ona sahip olmak ister. Fakat başarılı olamaz. Çünkü o karşılıklı bir sevgi istemektedir. 
Karşılıklı ilişkiler bir süre devam eder. Bu arada Tosun Bey, gizlice Aliye’nin evine girmeyi başarır. Gece birlikte olurlar. Ertesi günü bu kasabayı düşman kuvvetlerinden temizlemek için Tosun Bey bir saldırı yapacaktır. Sabah uyandıklarında etraflarının askelerle çevrili olduğunu görürler. Bunun üzerine Aliye, Domyanos’a gider. Evinin etrafından askerlerin geri çekilmesini ister. Aliye’nin bu isteğine karşılık Damyanos ona evlenmeyi teklif eder. Aliye, düşmandan kurtulacak olan kasabasını düşünür: düşmandan, pisliklerden temizlenmiş Türk kasabası… Her şey onun kararına bağlıdır. Mecburen kabul eder. Üç-dört gün orada kalır. Sonra Türk ordusu kasabaya girer. Aliye hemen kaçıp saklanır. Türk ordusu bölgeye girene kadar Fettah Efendi Aliye’yi bulur. Bu arada Domyanos ve askerleri kasabayı terk eder. Aliye halkın önünde dövülür. “Vurun kahpeye, vurun kahpeye” diye bağıran Fettah Efendi halkı da ateşleyerek hep bir ağızdan “kahpe” diye bağırmalarını sağlar. Türk birlikleri Aliye’yi ölü olarak bulurlar. Tosun Bey yoktur. Çünkü vücudunun yarısı gitmiştir. Görevlendirdiği askerler ona Aliye’nin öldüğü haberini bildirirler. 
Ve Tosun Bey tarafından mezarı diktirilir. Birliğin başındaki Ali Beyden bir ricası vardır:”Ordunun kurtarıcısı, cephanenin atılmasını hayatı pahasına, en korkunç bir facia, belki ebedi bir leke karşılığında alan büyük bir kadın olduğunu ilan et!” Ve o bu topraklar üstünde gerçekleşmesi için hayatını verecektir: “Toprağınız toprağım, eviniz evim. Burası için, bu diyarın çocukları için bir ana, bir ışık olacağım ve hiç bir şeyden korkmayacağım; vallahi ve billahi!”


3. ANAFİKİR:

Bugün bu topraklar üzerinde güvenli yaşabiliyorsak, gülüp eğlenebiliyorsak, sevip seviliyorsak, rahatça uyuyup yeni bir güne “merhaba” diyebiliyorsak, mutlu bir yaşam sürebiliyorsak… unutmayalım ki tüm bunlar binlerce Aliyelerin namusunu, canını vatanının kurtulması uğruna feda ederek ve binlerce Tosun Paşaların gazi ya da şehit olmasıyla bu imkanlara kavuşabilmişizdir. Bugün bize düşen görev onların hala yaşayan bedenlerine acı ve ızdırap çektirtmemek…


4.KİTAPTAKİ OLAYLAR VE ŞAHISLARIN DEĞERLENDİRİLMESİ:

a. Olaylar isimsiz bir kasabada geçmektedir. 
b. Kasabadaki şahıslar, iki gruba ayrılmıştır: Kuva-i Milliyciler ve Kuva-i Milliye karşıtları.
I.Aliye: Kuva-i Milliye taraftarıdır. Etkileyici, başdöndürücü gözleri onun en büyük silahı olmuştur. Siyah başörtüsü altından pembe, ince yüzü üzerine uzanan saçları halkın peşine düşmesine kafi gelmiştir. Kitapta başrolde görev almıştır.
II.Ömer Efendi ve Gülsüm Hala: Aliye’nin yeni ana-babası. Aliye’yi “kurtlar”ın elinden kurtaran Kuva-i Milliye taraftarı yaşlı bir aile. 
III.Hoca Fettah Efendi ve Uzun Hüseyin Efendi: Kasabayı galayana getiren, kasabada dedikodu yayan sadece kendi menfaatlerini düşünen iki Kuva-i Milliye düşmanı. Kasabanın en zenginleri olup halkı istedikleri gibi kullanan düşman taraftarları, vatan hainleri.
IV.Tosun Paşa: Kahraman bir Türk subayı. Kasabanın kurtulmasında başrolü oynamıştır. Yaptığı bazı zamansız ve dengesiz davranışlar ondan bazı şeylerin kopmasına neden olmuştur. 

5.KİTAP HAKKINDA ŞAHSİ GÖRÜŞLER:

Kitapta o zamanın analizi her yönden çok iyi yapılmış. Özellikle Anadolu insanının düşünce yapısı çok açık bir şekilde dile getirilmiş ve yansıtılmıştır. Seçilen şahısların davranışları, düşünceleri olayları daha da gözler önüne sermiştir. Kitabın akıcı ve sade dili okuyucunun olaylara iyice bağlanmasını sağlamıştır. Beklenmedik olaylar okuyucu üzerinde etkili olmuştur. 

6.YAZAR HAKKINDA KISA BİLGİ:

HALİDE EDİP ADIVAR
XX. yy. romancılarından 
Doğum/Ölüm: 1884-9 Ocak 1964
Doğum Yeri: İstanbul

Üsküdar Amerikan Kız Koleji’ni bitirdi (1901), özel olarak da Rıza Tevfik’ten felsefe ve sosyoloji, Salih Zeki’den matematik dersleri aldı. İstanbul Kız Öğretmen Okulu’nda, Kız Lisesi’nde öğretmenlik ve müfettişlik; Beyrut, Lübnan ve Şam’da Türk Kız Mektepleri Umumi Müfettişliği (1917) yaptı. Darülfünun’da garp edebiyatı okuttu (1918-1919), Milli Mücadele’ye katıldı, Cumhuriyet’in ilanından sonra kocası Adnan Adıvar’la gittiği Avrupa ve Amerika’da on beş sene kadar kaldı (1926-1938), 1939’da yurda döndükten sonra İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi’nde İngiliz Dili ve Edebiyatı profesörü (1940), İzmir milletvekili (1950-1954) oldu, sonra gene Edebiyat Fakültesi’ndeki profesörlüğüne döndü (1954). Merkezefendi mezarlığında gömülü 1908’den sonraki dergilerde Halide Salih imzasıyla göründü (örneğin: Şehbal dergisinde, 1911-1912). 1919’da Büyük Mecmua’da Halide Edib imzasıyla "edebiyatımızın son simaları ve safhaları" başlığı altında Yakup Kadri, Mehmet Emin, Ömer Seyfettin... üzerine incelemeler, "Kadınlığa dair" başlığı altında kadın hakları üzerine yazılar, ayrıca hikayeler yayımladı. 11. sayıdan başlayarak (18 Eylül 1919) bu derginin başyazarı da olmuştu Halide Edib’i, bu yazıları yanında asıl, İngiliz edebiyatı etkisinde, o zaman için yeni, fakat çağdaşlarının çapraşık, aksak ve pürüzlü buldukları bir üslupla yazılmış romanları tanıttı. İlk romanlarında aşk konularını işliyor, kadın psikolojisi üzerinde duruyordu. Sonra türkçülük akımını benimsedi; duygulandırma ve süslemeden kaçınan, realizmi ön planda tutan romanlar verdi. Hele yurda döndükten sonraki romanlarında konularını bir olay çevresinde toplanan tek insanlara değil; devirlere, nesillere, gelenek ve törelere bağladı Romanları: Raik’in Annesi (1909), *Seviyye Talib (1910), *Handan (1912), *Yeni Turan (1912), *Son Eseri (1912), *Mevut Hüküm (1918), *Ateşten Gömlek (1922) *Kalp Ağrısı (1924), *Vurun Kahpeye (1926), *Zeyno’nun Oğlu (1928), *Sinekli Bakkal (1936), *Yolpalas Cinayeti (1938), *Tatarcık (1939), *Sonsuz Panayır (1946), *Döner Ayna (1954), *Akıle Hanım Sokağı (1958), *Hayat Parçaları (1963), *Sevda Sokağı Komedyası (1972), *Çaresiz (1972), *Kerim Usta’nın Oğlu (1974) Hikaye Kitapları: Harap Mabetler (1911), *Dağa Çıkan Kurt (1922), *İzmir’den Bursa’ya (1922) Anıları: Türk’ün Ateşle İmtihanı (1962), *Mor Salkımlı Ev (1963) Oyunları: Kenan Çobanları (1918), *Maske ve Ruh (1945), Kitapları Özgür ve İnkılap Yayınları’nca yeniden basılıyor. Sinekli Bakkal romanı, CHP Roman Ödülü’nde birincilik kazanmış, romancılığımızda satış rekoru kıran eser olmuştur (30 b. 1972) Çevirileri, incelemeleri, İngilizce eserleri de olan yazarın romanları filme de alınmıştır: Ateşten Gömlek (1923, 1940), Vurun Kahpeye (1949, 1964, 1973), Sinekli Bakkal (1967), Yolpalas Cinayeti (1956) Halide Edib üzerine yazılmış kitaplardan bazıları: Halide Edib Adıvar (1968), Halide Edip ile Adım Adım, (1974) Nazan Güntürkün ve Muzaffer Uyguner, Halide Edib Adıvar, (1986; genişletilmiş 2.baskı, (1989) İnci Enginün.

ESERLERİ:

ROMANLARI;
Raik’in Annesi (1909)
Seviyye Talib (1910)
Handan (1912)
Yeni Turan (1912)
Son Eseri (1912)
Mevut Hüküm (1918)
Ateşten Gömlek (1922)
Kalp Ağrısı (1924)
Vurun Kahpeye (1926)
Zeyno’nun Oğlu (1928)
Sinekli Bakkal (1936)
Yolpalas Cinayeti (1938)
Tatarcık (1939)
Sonsuz Panayır (1946)
Döner Ayna (1954)
Akıle Hanım Sokağı (1958)
Hayat Parçaları (1963)
Sevda Sokağı Komedyası (1972)
Çaresiz (1972)

HİKAYE KİTAPLARI;
Harap Mabetler (1911)
Dağa Çıkan Kurt (1922)
İzmir’den Bursa’ya (1922) 

ANILARI;
Türk’ün Ateşle İmtihanı (1962)
Mor Salkımlı Ev (1963) 

OYUNLARI;
Kenan Çobanları (1918)
Maske ve Ruh (1945)

Dokuzuncu Hariciye Koğuşu

KİTAP : Dokuzuncu Hariciye Koğuşu
YAZARI : Peyami SAFA BASIM
YILI : 1999
BASIM YERİ : Ötüken kitapevi

KİTABIN ÖZETİ :

 Kitabın kahramanı 14-15 yaşlarında genç bir delikanlıdır. Bu delikanlı çok sıhhatsiz hasta biridir. Dizindeki bir rahatsızlıktan çok ızdırap çekmektedir. Yarasının devamlı ağrı ve akıntı yapması nedeniyle sürekli olarak hastaneye pansumana gitmektedir. Delikanlı annesiyle birlikte eski bir evde oturmaktadır. Bu ev onların hayatlarının geçtiği yerdir. Dizindeki yarasını, tanıdığı bir doktor olan Mithat Bey’e göstermek ve Paşa akrabasını ziyaret etmek için Erenköy’e gider. Erenköy’deki köşk, yeşillikler içerisinde bahçesinde havuzu olan çok güzel bir yerdir. Yazarın akrabası olan Paşa, yazara değer veren eski bir emeklidir. Yengeyse yazara içten içe kızan birisidir. Nüzhet’e gelince yazarın aşık olduğu ancak hiçbir zaman sevdiğini söyleyemeyeceği paşanın kızıdır.

 Erenköy’de Nüzhet’le geçirdiği günler hem çok güzel hem de üzücüdür. Burada bulunduğu süre içinde Nüzhet’I, Ragıp adında bir doktorun istediğini öğrenir.Yenge Nüzhet’i isteyen Dr. Ragıp’a hemen söz kesilmesi taraftarıdır. Nüzhet ise bu konuda ne düşündüğünü belli etmemekte adeta yazarın duygularıyla oynamaktadır. Yengesinin Nüzhet’e mikrop geçebileceği uyarını duyan yazar evine dönmeye karar verir. Bir yandan yaralarının ve ağrılarının artması bir yandan manevi üzüntüleri yazarın sık sık doktora gitmesine neden olur.

 Dr. Mithat bu konuda onun en büyük yardımcısıdır. En kötü zamanlarında hep o yanındadır. Nihayet bir gün korktuğu başına gelir ve bacağının kesileceğini öğrenir. Çok üzülmüştür. Bacağının kesilmesini istememektedir. Başka bir doktor bacağının kesilmeden kurtulabileceğini söyler ama bunun için birden fazla ameliyat gerektiğini belirtir. Yazar bunu hemen kabul eder ve hastaneye yatar. Ameliyat günü gelmiştir. Sonuçta bacağı kesilir. Artık o sakat bir insandır. Bunu düşünmek hayatı daha zor hale getirmektedir. Bu arada Nüzhet’in düğün davetiyesi gelmiştir. Dr. Ragıp Bey’le evlenme kararı vermiştir ve evlenip Berlin’e gidecektir. Yazarın da hastaneden taburcu olma günü gelmiştir. Yaşam onu iyice korkutmaktadır. Ancak kuvvetli olması gerektiğini düşünmektedir. Hastaneden çıkma günü gelir, yanında yine annesi, Dr. Mithat Bey ve arkadaşı vardır. Bu odada daha bir çok kişilerin ızdırapla inleyeceklerini düşünerek hastaneden ayrılır.

 D:KİTAPTAKİ ŞAHISLAR :

 Çocuk : Kitabın kahramanı onbeş yaşındaki çocuktur. Adı belirtilmemiştir.

 Paşa : Subay emeklisi,yaşlı bir insandır. Yazarı çok sevmektedir. Yazar küçükken bile onun bir konuda ki düşüncelerine önem verir.

 Nüzhet : Ondokuz yaşında güzel bir genç kız. Yazar bu kızla beraber büyümüş fakat hikayede bu kıza aşık olduğunu görüyoruz.

 Mithat bey : Yazar’ın arkadaşı ve doktor. Yazara zor günlerinde en çok yardım eden kişidir.

 Ragıp Bey : Uzun boylu, sarı saçlı biridir. Doktordur. Nüzhet bu kişiyle evlenmeyi tercih etmiştir.

 E: KİTAP HAKKINDAKİ DÜŞÜNCELERİM :

 Bu kitap, yalnız ve hasta bir çocuğun ızdırabını, çocukca aşkını ve kıskançlığını mesud olmak isteyen bir genç kızın temiz sevgisini, her insanın başına gelebilecek bi urumu anlatmasını yönünden fevkalade güzel bir kitap. Ama kitabın kısa oluşu eksi yönü.böyle güzel bir hikayenin daha uzun olması gerekirdi.

 F: YAZARIN HAYATI VE ESERLERİ :

(1899-1961) Türk edebiyatında ruh inceleyici roman tarzının kudretli ustası olan Peyami Safa İstanbul’da doğdu. Serveti Fünun şairlerinden İsmail Safa’nın oğludur. Annesi Server Bedia Hanımın ismini, sonradan sırf geçim endişesi ile yazdığı eserlerinde, biraz değiştirerek mahlas olarak kullanmıştır. Sivas’ta sürgün bulunan babasını, iki yaşında kaybetti. 9 yaşında bütün ömrünce etkileri görünen bir hastalığa tutuldu. Hem bu hastalık hem de annesini geçindirmek zorunda olması, düzenli okul öğrenimine engel oldu. 13 yaşında ilk kalem denemelerine ve çalışmaya başladı 15-19 yaşları arasında öğretmenlik yaparken Fransızca da öğrendi. Edebiyat, Felsefe, Tarih, Psikoloji alanlarında o yaş için olağanüstü sayılacak bilgiler edindi. On dokuzuncu başladığı gazeteciliği ölümüne kadar sürdürdü. Belli başlı bütün gazetelerde fıkra ve makaleler, tefrika romanlar yazdı. Devlet kapısına bakmayıp, yalnız kalemiyle geçindi. Ufak seyahatler bir yana, bütün ömrü İstanbul’da geçti. Gazetecilik dolayısıyla birçok siyasi sarsıntılara uğramıştır. Vefatında 3 ay önce, oğlu Merve Safa’yı kaybetmesi, ona büyük bir darbe oldu. 15 Haziran 1961’de beyin kanaması sonucunda ölen Peyami Safa, Edirnekapı mezarlığına gömüldü. Eserleri : Bir Mekteplinin Hatıratı, Karanlıklar Kralı , Gençliğimiz, Siyah-Beyaz (hikayeler), Sözde kızlar, şimşek, İstanbul Hikayeleri, Mahşer, Bir Akşamdı, Süngülerin gölgesinde, Bir Genç Kız Kalbinin Cürmü, Canan, Dokuzuncu Hariciye Koğuşu, Atilla, Fatih Harbiye, Bir Tereddüdün Romanı, Matmazel Noralya’nın Koltuğu, Yalnızız, Biz İnsanlar. Anlatım Özellikleri : Sürükleyici, duygusal, içten bir anlatım biçimi kullanılmıştır. Betimleme bölümlerinde çok uzun cümleler var. Yabancı sözcüklere yer verilmiş. Konuşma bölümlerinde dil sade.

 G: YAZAR İLE YAPILAN BİR ROPÖRTAJ:

 PEYAMİ SAFA

 —Romanlarınızda bilhassa psikolojik konuların ve psikolojik tahlillerin ortaya atıldığı görülüyor. Sizi buna sevk eden sebep nedir? Bu işte muvaffak olduğunu za inanıyor musunuz?
 — Öyle sanıyorum ki, benim romanlarımda insanların fizik ve ruh hareketlerine bağlı dav ranışları bütün halindedir; birbirini tamamlar lar. Bir bakıma dinamik bir ruh tahlili bahis mevzuudur. Romandaki hayatım dolgunlaştığı nispette, ruh tepkilerine ve bunların tahlilleri ne verdiğim ehemmiyet artar.Bu, klâsik mana da psikolojik roman değildir. Beden ve ruh hareketlerini paralel olarak hesaba katan bir romancının şahsî metodudur. Romanda, bu nev'i psikolojik tahlil şart olmadığı gibi, lüzum suz da değildir sanıyorum.
—Yeni bir roman hazırlıyor musunuz?
 —Düşünüyorum.
—Sahibi bulunduğunuz Türk Düşüncesi dergisini hangi gayelerle yayımlıyorsunuz?
 — Bizde on dokuzuncu asra has maddeci bir medeniyet telâkkisinin geriliğini anlatmak, mo dern batı fikir cereyanlarıyla temas kurmak, gerçek bir kültür ve medeniyet anlayışı içinde Türk fikir ve sanal hayatının gelişmesine çalış mak gayesiyle.
— Bugün için felsefe ve sanatın birbirle riyle olan münasebetini nasıl açıklarsınız
— Felsefe ile münasebeti olmayan hiçbir in san faaliyeti yoktur. Denebilir ki; âdeta insan felsefi bir hayvandır. Batıda da, bütün insan lar felsefi bir temele dayandılar.
— Dış âlemin düzensizliği, sizi sarsıyor, ümitsizliğe düşürüyor mu, sizi huzursuz bırakıyor mu?
 — Bütün dünya, bir ölçü buhranı içindedir. Bu kendi kendisi hakkında verdiği hükmün inkılâp geçirdiği Batı medeniyetinin köklerini sarmış bir buhrandır. Serpintileri bize kadar geliyor. Şuuruma sahip olduğum gündenberi, insanın manasım tayin bakımından, şaşkına dönmüş bir dünya içinde olduğumu hissediyo rum. Bu beni huzursuz bırakıyor, fakat ümidi mi asla kesmiyorum. Dünyanın, bir asır evvel kaybettiği manevî inançları daha zengin bir an layış plânında yeniden kazanmak için, büyük hamleler yaptığını görüyorum. Türk Düşünce si dergisini çıkarmaya çabalamaklığım da, bu hamleye uzaktan da olsa iştirak etmek için dir. Ümitsiz, serçe parmağımızı bile kımıldata mayız.
— "Devrik cümleyi, gürel bulduğum için kulla nıyorum, dil kurallarından habersiz boyacının, bir simitçinin konuşmasındaki canlılığı, tazeliği sevdiğim için kullanıyo rum" diyenlere ve bunda ısrar edenlere ne cevap verirsiniz?
—Ciddî konuşmaya devam edelim..
 — Sanatçı genel olarak çiğnenmemişten , alışılmıştan kaçınır. Kişiliği olmayan sa natçı olmadığına göre,sadece yeni olmak başarı sağlar mı?
—Sualiniz benim cevaplarımı da ihtiva ediyor Halk ağzı yeni değildir.Serbest nazım da yeni değildir. Ters cümle de yeni değildir. Ne muh teva, ne de şekil bakımından halis bir yenilik, yani sizin anladığınız manada orijinallik göre miyorum. Genç nesil içinde, az çok orijinal eserler verenler, göz boyacı, aldatıcı, şaşırtıcı yenilikler aramayanlar arasındadır. Yarının sa natını bunlar hazırlıyorlar. — Yazılarınızda kolay ve rahat olunma ya dikkat eder misiniz?
— Gazete yazılarında e vet... Kitaplarımda oku yucuyu yormamak endi şesinden uzağım. Çapra şığı,en küçük unsurunu feda etmeden, sade bir şekilde ifade etmeye da ima çalışırım.Fakat, bu nun mümkün olmadığı yerlerde sadeliğe hiç bir değeri feda etmem.
 — Bugün geçinmeniz yazı yoluyla mıdır? —Yalnız yazı yoluyladır. 19 yaşımdan beri yal nız yazı yoluyladır.
— Server Bedi diye imzaladığınız roman serisi ne devam ediyor musunuz?
 — Evet.Şimdi,Cingöz Recai'yi Merih yıldızı na göndermeyi düşünüyorum.
— Ruha inanıyor musunuz? Yani ruhun masalarda konuşmasına, hayaller hâlin de görünmesine, bizim insanî şahsiyeti miz gibi bölünmez bir bütün olduğuna ina nıyor musunuz? Metapisişik ve spritizma bahislerini bundan ayırmak lâzımdır.Meseleyi çok karıştırır. Ru ha gelince, bunun maddeden ayrı olmaması mümkündür. Fakat bu madde, bizim duyuları mızın muhtevası içine giren kaba madde ola maz. İnsanın fâni tarafı, işte bu kaba madde lerdir.Ölümün mutlak olduğuna inanmıyorum. Zaten buna ciddî surette kimse inanmaz. Yok sa,insanı, hayvandan ayıran hareketlerin,yani medeniyetleri vücuda getiren hareketlerin hiç birine ne arzu ne de lüzum kalırdı. Manasız bir dünyada değiliz. Eğer bu manayı yaratan biz olsaydık, ruh hayatımızda madde ve tabi at çevresi arasında, bir dakika yaşamamızı im kânsız kılan bir barışmazlık olurdu. Ruh haya tımızın, çevreye intibak sde-bılmesi, bu çevre içinde, bizi böylece kabule hazır bir manaya pısı olduğunu gösterir.
— Yüzyıllardan beri polifonik musikinin ölmez eserlerini veren medeniyet karşı sında, bizim hâlâ tek sesli, mistik musiki mizi ve müzik kültürümüzü medeniyetin gittiği yola sevketmek için neler yapılma lıdır?
— Rica ederim, bu güzel mistik vasfını bugün kü, âdi, meyhane musikisinin yanında kollan mamız. Bizde, alaturka musiki taraftarları ço ğunluktadır. Fakat bu, alaturkanın yaşamaya devam ettiğini göstermez. Bilâkis, artık saz e seri veremeyen, büyük besteci yetistiremeyen ve sadece şarkıya inhisar eden alaturka son günlerini yaşamaktadır.Bugünkü, alaturka mu sikiye, eski alaturka üs-tadları da. Itriler, De deler hatta Tatyos Efendiler bile musikî diye mezlerdi Çünkü bugün bir tatyos bile yoktur. Böyle bir musiki ancak radyoda ve; gazino larda, çok defa keyif anlamını bir tamamlayı cısı olarak yaşıyorsa, gerçek sanat bakımın dan buna yaşama DiYENE. Bat! müziğine ge lince,bilâkis,onu sevenler ve anlayanlar çoğal maktadır. Türk bestecilerinin milletlerarası de ğer kazanan eserleri olduğu gibi Suna Kan a yarında şöhretim memleket sınırlan dışına ve çok uzaklara götüren virtiözlerimiz de yetişi yor. Yaşayan musiki budur. Fakat, kendine has millî vasıflan taşıyan batı ölçülerine uygun bir Türk musikisinin henüz olanca dolgunluğu i!e, var olduğu söylenemez. Her araştırma dev rinin tereddütler: ve yaratma buhranları içindeyiz